ASİT YAĞMURLARININ OLUŞUMU VE TOPRAK YAPISINA ETKİLERİ
Asit Yağmurları
Kükürt ve azot dioksitlerin atmosferdeki nemle birleşerek sülfirik ve nitrik asitli yağmur, kar ya da dolu oluşturması biçiminde kirliliğe verilen genel ad. Bu tür yağmurda tanecikler siste asılı olarak süspansiyon oluşturabilir ya da en kuru halde birikebilirler.
Süspansiyon : Bir katının bir sıvı içerisinde ya da havada (sis içinde) çözünmeden dağılmasıyla oluşan heterojen karışımlardır. Ayran,kahve,tebeşir tozu+su....
Asit yağmurlarının verdiği ileri sürülen zararın bir bölümünün aslında bazı doğal nedenlerden kaynaklandığı yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılmışsa da, petrol ve kömür yanmasından oluşan kükürt dioksit ile otomobil motorlarından çıkan azot oksidin, asit yağmuru sorununu büyük ölçüde şiddetlendirdiği kesindir.
Kirliliğe yol açan tanecikler, kaynaklarından binlerce kilometre uzağa rüzgarla taşınabilir. Sözgelimi A.B.D‘nin kuzey doğusundaki asit yağmurlarına, Kanada'dan yayılanlar da katılmış, Kanada'nın doğusundaki kükürt içeren yağış, A.B.D 'den kaynaklanmıştır.
Bilim adamlarının tümü asit yağmurlarının denetlenmesi için bir an önce yasalar çıkarılmasını istemektedirler. Ne var, ki söz konusu yasaların yol açacağı harcamalar çok yüksektir, bu yüzden de sorunun çözülmesi sürekli ertelenmektedir.
Ekonomik faaliyet, kıtlığa karşı yapılan bir savaştır. İnsan bu savaşta bir takım değerleri üretip tüketirken başka bir değer olan kaliteyi ÇEVRE ’yi de tüketmektedir. Hava, su, yeşil ve toprak gibi ...... Biri kirlendiği zaman beraberinde, zincirleme olarak, diğerleri ve bunlardan yararlanan insanlar da kirlenmekte ve yok olmaktadır.
Görüldüğü gibi hava doğal ve yapay etmenlerce kirletilmektedir. Yapay etmenlerin temelinde insan bulunmaktadır. Fabrikadan, evlerden ve araçlardan çıkan dumanlar tarafından atmosfer durmadan kirlenmektedir. Bu kirlilik doğrudan olduğu gibi asit yağmurları yoluyla da bitkiye, insana, suya, toprağa ve taşa etki etmektedir.
Termik santrallerde, ısıtmada ve endüstri kurumlarında kullanılan kömür atmosfere kül (kadmiyum, arçelik, kurşun) CO2 ve SO2 yaymaktadır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de kömür ve petrol tüketimi giderek artmaktadır. Artan taşıt sayısı da petrol tüketimini dolayısıyla atmosferdeki karbon monoksit gazını yükseltmektedir. Yanardağlar da havadaki SO2 ve CO2 gibi gazların miktarını arttırmaktadır. Bu gazlar havadaki su buharı ile birleşirler.
H2O+SO2 ______ H2SO4 (sülfirikasit) ve
H2O+NO2 ______ HNO3 (nitrik asit) olarak yere düşerler.
Hava kirliliği, ışınların yere ulaşmasını ve atmosfere yayılmasına da engelleyerek iklim üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.Asit yağışları yapraklardaki klorofilin bozulmasına ve bitkinin sararıp kurumasına neden olmaktadır. Bilindiği gibi bitkiler, fotosentez sırasında CO2 tüketir. Asit yağmurları, bitkileri kurutarak, diğer yandan atmosferdeki CO2 (karbondioksit) tutarının artması için ortam hazırlamaktadır. Başka bir anlatımla, bir olumsuzluk bir başka olumsuzluğu üretmektedir.
Bu asit yağışlarının etkilerini görebilmek için iki aşamadan oluşan deneylere girişilmiştir :
Birinci aşamada 16 saksıya kızıl çam, 20 saksıya fasulye ve nohut ekildi.
Kızıl çam ve fasulyeler 4 ’er saksıdan oluşmak üzere 5 ’er gruba ayrıldı. Her grup PH3, PH4,5, PH6, yağmur suyu ve çeşme suyu gibi asidik değeri farklı sularla sulandı. Çalışma 2 ay sürdü. Çalışmalara çeşitli sınıflardan 15 öğrenci katıldı.
Çalışmalarımızda kullanılmak üzere, topladığımız yağmur suyunun asidik değeri ölçüldü: İlk yağış PH5,5, ikinci ve daha sonraki yağışlar PH6 olarak saptandı. Bu da bize hava kirliliği ve onun oluşturduğu asit yağmurlarının çevremizde bir realite olduğunu kanıtlamaktadır.
YATAĞAN ZİRAAT MD.’DEN YÜKSELEN SES
Yatağanda da termik santralin yarattığı hava kirliliği ve oluşan asit yağmurları çevreye büyük zararlar vermektedir.
Yatağan Ziraat Müdürlüğü’nden gelen feryada kulak verelim :
“TERMİK SANTRALİNİN BİLİNEN BAZI BİTKİLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ” Zeytin ağacının yapraklarında SO2 etkisiyle çeşitli form ve büyüklükte, kırmızı kahve renkli parankima dokusunun tahribi ve çekmesi sonucu oluşmuş lezyonların meydana getirdiği, bu lezyonların birleşmesine takiben normalde ağaçta 18-20 ay kalması gereken yaprakların erkenden döküldükleri, böylelikle ağaçların çıplaklaştığı ve verimlerinin azaldığı kaydedilmiştir. SO2’nin (kükürt dioksit) neden olduğu bu prim er belirtiler yanında, yine yaprak kaybı ve bunun sonucunda beslenme yetersizliğine bağlı olarak sürgün uzunluğunda ve yaprak boyutlarında küçülme şeklinde sekonder belirtileri de oluşmaktadır.
Badem ağaçlarının yapraklarının damarlarında renk açılması, şeklinde beliren SO2 yanıkları oluşmakta bu, ağaçların erken yaprak dökmelerini ve meyve tutumlarının azalmasına neden olmuştur. Tütün Bitkisi : Kükürt dioksit (SO2) gazının hassas olan tütün bitkilerinin özellikle sulama sonrası açık durumda olan yapraklarındaki stomalarından tolore edilebilir. Dozun üzerinde alınan SO2 hücreler ve yaprak dokusu düzeyindeki kimyasal ve fizyolojik reaksiyonları etkileyerek akut bir şekilde tütün yapraklarında kahverengi, eşit taraflı, yaprak leke ve yanıklarının oluşmasına neden olmaktadır.”
Bu feryat bindiği dünya gemisini delen insanoğlunun çığlığıdır. Bu ses, çevresel intiharın resmen belgelenmesidir.
MURGUL BAKIR İŞLETMELERİNİN ETKİNLİKLERİ
Murgul bakır fabrikalarının, çevresine günde 560 mg/m3 SO2 yaymakta olduğu bildiriliyor. Çevredeki tarım alanlarında armut, kiraz, elma, erik ve ceviz gibi meyve ağaçları bakır fabrikasının açılmasından sonraki 5 yılda kurumuştur. Kurum, zarar eden köylülere tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Göktaş vadisindeki ormanlar büyük zarar görmüştür.
Ankara’da topoğrafik etkilerin sonucu (çukurda bulunması), 698 mg/m3’e kadar yükselen SO2, rüzgar tarafından dağıtılamamış ve çevredeki ibreli ağaçlara zararlı olmuştur. Yer yer kuruma olayları görülmüştür.
Ankara’da olduğu gibi, İstanbul’da da kış mevsiminde SO2 tutarı yükselmekte, insan ve bitki sağlığını tehdit etmektedir.
Soma, Tavşanlı ve Elbistan santralleri da atmosferdeki kükürt toz ve CO2 tutarını artırarak canlı yaşamı riske sokmaktadır.
Kentlere göç, plansız kentleşme, yakıt olarak kullanılan niteliksiz linyit tutarının artması ve alternatif enerji yerine elektrik üretiminde fosil kaynaklara (kömür, petrol) ağırlık verilmesi; gelecekte hava kirliliğinin daha da artacağını göstermektedir.
Ülkemizde demiryolları ve denizyolları gibi toplu ulaşım sistemleri yerine, karayollarına önem verilmesi, dumandan ve asitten daha uzun yıllar zarar göreceğimizin habercisidir.
Avrupa’da Büyük Sanayii Devrimi ile insanoğlu mal ve para olarak büyük kazanımlara kavuşurken, diğer taraftan “ çevre” gibi doğal bir zenginliği yitirdiğinin farkında değildi. Yalnız kazanmaya ve zengin olmaya koşullanmıştı. Zenginleştiği o ölçüde saldırgan tutumunu artırıyordu.
20. yy. başlarına gelindiğinde Avrupa Kıtası ormanlarını büyük ölçüde yitirmiş bulunuyordu . Geniş orman alanları, yer yer yangın görmüş gibi örselenmişti.
Günümüzde dünyanın en kirli kentlerini Avrupa kentleri oluşturuyordu : Milano : 195 mgrS (mgKükürt) Paris : 83 mgrS Madrid : 71 mgrS Frankfurt : 67 mgrS Brüksel : 59 mgrS Glasgow : 62 mgrS. Londra : 57 mgrS New York : 55 mgrS
Okumamış bir Crée Kızılderilisi ’nin sözleriyle gelişmiş olduğu söylenen Avrupa uluslarının yaptıklarıyla karşılaştırırsak: “okumuş” ya da “yüksek öğrenim görmüş” Avrupa ’lının bizde olduğu gibi yanlışlar içinde bulunduğunu görürüz.. O zaman en büyük doğal felaketlerin eğitimin içeriğine bağlı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Eğitim sistemlerimizi gözden geçirmek durumundayız! Avrupa kentlerinin uzak olduğuna bakarak kendimizi asit etkisinden korumuş ya da kurtulmuş saymamalıyız. Çünkü SO2 ve CO2 gazları, rüzgarlar tarafından 2000 – 3000 km. ötelere taşınabilmektedir. Örneğin; İstanbul’a kuzey ve kuzeybatı rüzgarları ile gelen yağışlar 4,2 PH – 4,5 PH arasında değişirken, güneyden esen rüzgarlarla gelen yağışların PH oranı 6 – 7 düzeyine inmektedir.
Hava sisli olduğu zamanlarda bu oran 3,8 PH olarak gerçekleşmektedir.
Görüldüğü gibi asit yağmurları, günümüzde ulusal olmaktan çok, uluslar arası bir özellik taşımaktadır. Her ülke kendisi bazı önlemler alırken, bütün dünya ülkelerinin birlikte almaları gereken daha büyük ölçekli önlemler bulunmaktadır.
EĞİTİM VE ÇEVRE
Eğitim ile çevre arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla bir anket düzenlendi. Anket, İzmir’de yapıldı ve ankete 117 kişi katıldı. Katılanlardan 75’i yüksek okul mezunu idi. Asit yağmurları konusunda bilginiz var mı,sorusuna 62 kişi “evet” yanıtı verdi. Yüksek okul mezunu (75-62=) 13 kişinin asit yağmurlarından habersiz olduğu anlaşıldı. Eğitim bu ise, bu nasıl eğitim? Bu değilse, eğitim nedir?
Asit yağmurlarından etkileniyor musunuz, sorusuna 45 kişi “evet” yanıtını verdi. Yüksek okul mezunu (75-45=) 30 kişi başına yağan asit yağmurlarından bihaberdi. Başına düşenin asit mi, yoksa su mu olduğunu bilmeyen yüksek okul mezunu olan 30 kişi eğitimli midir?
Çevre sizin için önemli mi, sorusuna 45 kişi yanıtsız bırakmış, 3 yüksek öğrenimli de çevrenin önemini kavrayamadığı için “ evet” diyememiştir. 27 kişinin herhangi bir çevre örgütünü tanımadığı 4. sorunun yanıtından anlaşılmaktadır. Gerçek nerede? Eğitim nerede?
Çevre ile girişimleri olmayan veya çevre koruma ilgili girişimlerin ne olduğunu bilmeyen 71 kişinin bulunduğu, 5. sorunun yanıtından anlaşılmaktadır. Okuduğunu yaşama uygulayamayan yüksek okul mezunu da olsa eğitimli midir? 6. soruda belirtilen hava kirliliği ve asit yağmurlarının nasıl önlenebileceği, sorusuna büyük bir çoğunluk (43 kişi) “eğitimle” yanıtını vermiştir. “Eğitimle” diyenlerin büyük bir bölümü de “mevcut eğitim sistemiyle değil” uyarısında bulunuyordu. Crée Kızılderilisi’nin ülkesinde, 19.yy. kadar Avrupa’da ve 20. Yy kadar Türkiye’de hava kirliliği ve onun etkisiyle oluşan asidik yağışlardan eser yoktu: Orman kurumuyor, toprak kirlenmiyor, bitkiler, hayvanlar ve insanlar zehirlenmiyordu.
Endüstrinin, zenginliğin ve buna bağlı olarak eğitimin gelişmesiyle daha sağlıklı bir çevre beklenirken, insanoğlunun havayı solunamaz, suyu içilemez ve bitkiyi yenilemez duruma getirdiğini görüyor ve dehşete düşüyoruz.
Eğitim yükseldikçe havada duman, suda asit artıyor!
Murgul’u, Ankara’yı, Soma’yı, Elbistan’ı, Yatağan’ı, kirletenler Gökovayı kirletecek olanlar mühendis, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı gibi “okumuşlar” değil mi?
“İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir” Sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır”
Diyebildiğimiz zaman yemek yediğimiz sofraya bıçak sokmaktan vazgeçeriz. Aksi takdirde biz karadumanı yaratmaya, karaduman da bizi karartmaya devam edecek; bir olumsuzluk başka bir olumsuzluğu üreterek :
Ankete katılanların eğitim durumu : İlkokul: 17 kişi Ortaokul: 25 kişi Yüksek okul: 75 kişi
ÖNLEMLER :
Hava kirliliği ve asit yağışlarının çevreye, özellikle bitkilere olan etkisinin kesin sonucu ve buna karşı isabetli önlemler alınmak isteniyorsa, çok sayıda bilimsel denemenin yapılması gerekir. Yakıtların (araç ve meskenlerde) kalitesi kontrol edilmeli. A ) Hava kirliliğine dayanıklı bitkiler (böğütlen, ıspanak, kızılcık,...) ekilmeli B) Kışın yaprak döken bitkiler ekilmeli Kentlerin kurulma yerleri topografik açıdan iyi saptanmalı. Başka bir anlatımla Yerleşmeleri (kent, köy,...) çanak şeklindeki alanlardan uzaklarda kurmalıyız. Bacalara filitre takılmalı Araçların bakımı zamanında yapılmalı Alternatif enerji kaynakları kullanılmalı (Güneş, rüzğar, gelgit, akıntılar, biyokütle, end. ve evsel atıklar gibi.) Tüketim toplumu olduğumuz sürece yeni üretimlere yeni kirlenmelere neden olmamız kaçınılmazdır. Onun için tüketim çılgınlığı yerine mevcutlardan haz almayı öğrenmeliyiz. Yakıtlardaki kükürt oranı azaltılmalı Çevre insanlara öğretilmemeli; insanoğlu çevreyi içselleştirecek şekilde bizzat kendisi öğrenmeli Kısaca; konunun sosyolojik, ekonomik ve politik boyutları aynı anda alınmalı ve hemen uygulamaya geçilmelidir. Bunların içinde en önemli olanı ise yaşam ve eğitimi el ele tutuşturan uygulamalar olacaktır. Bu önlemler alınmadığı zaman en temiz kalan yerlerimizden biri olan Gökova Körfezi ve çevresi de son kurbanlardan biri olmaktan kurtulamayacaktır. Kirli hava ve asitik yağışlara etkileri yerel değildir. Çünkü rüzgar kirli hava ve yağışları çok uzaklara taşıyabilmektedir. Asit yağışları, düştüğü yerde kalmayıp akarsular ve denizler yoluylada dünyaya yayılmaktadır. Onun için çözümler yerel değil, küresel olmalıdır. Ancak öncelikle yerel düşünmeyi ve yerel davranmayı öğrenerek bu felaketten kurtulabiliriz. Alıntı |